ÇOCUKLARLA BİR DENEYİM;
ELMADAĞ ÇOCUK TUTUKEVİ’NDE FOTOĞRAF ÇALIŞMASI
Yaşamınızın en deli çağlarını, yani ilk gençliğinizi dört duvar arasında geçirmek zorunda kaldınız mı? Şu ya da bu nedenle özgürlüğünüz elinizden alındı mı?
Bunu yaşayan ve yaklaşık 70 çocuğun kaldığı Elmadağ Çocuk Tutukevi’ nde Adalet Bakanlığı Çocuk Şubesi ve Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı Ankara Şubesi ile birlikte bir çalışmaya giriştik. Bu bir deneyimdi benim için. Kimi zaman hüzünlü, kimi zaman eğlenceli bir deneyim.
İlk olarak 2000 yılı Temmuz ayında gittim Elmadağ Çocuk Tutukevi’ ne. Bir dia gösterisi yapmam istenmişti. Tutukevi içindeki kütüphane salonunda, çocuklara Almanya’ da çektiğim diaları gösterdim. Yedi ayrı yatakhaneden sırayla geldiler. İzlediler ve çıktılar. Kiminden hiç tepki alamadım. Kimi ise kalmaya ve konuşmaya meraklı idi. Fotoğraflar hakkında sorular soruyorlardı. Fotoğrafçılık hakkında, fotoğraf makinem hakkında. Sabırla yanıtladım hepsini. Ve en son gelen grubun arasında birkaç yıldır dışarıda fotoğraflarını çektiğim bir çocuğa rastladım. Ayak üstü hemen hikayesini anlattı bana. Neler yaptığını sordum. “ Hiçbir şey ” dedi. Bir şey yapmak istemiyordu. Ebru kursunun sertifika töreni vardı o gün, ona da katılmamıştı. Resim kursu da ilgisini çekmiyordu. Peki ya fotoğraf? Ben geleceksem “ olur” dedi. Dışarıdayken, çektiğim fotoğraflarından vermiştim ona birer tane. Hatta dostları ile birlikte bana poz bile vermişlerdi. Çocuk Tutukevi’ nde fotoğraf kursu düzenlemek fikri böyle bir konuşmanın ardından gelişti. Dışarıda, çok istememe rağmen bir şey yapamamıştım onun için. Sığınma evine aldıracaktım ama bir türlü bürokrasiyi aşamamıştım. Ve sonra yazışmalar yapıldı. İzinler alınmaya başlandı. Bu arada Elmadağ Çocuk Tutukevi tadilata alındı. Açıldığında ve biz kurslara başladığımızda benim çocuk yoktu aralarında. Sordum, başka yere gitmek istemiş, göndermişler.
Mart 2001’ de, arkamıza büyük bir medya ordusunu alarak ilk dersimizi yaptık. Çocuklar şoktaydı. Böyle bir ilginin neden olduğu şeyi anlamaya çalışıyorlardı. Susup kaldılar hep birlikte. İlk dersimiz fotoğrafın tarihi idi. Mister Talbot ve Mösyö Daguerre onlar için telaffuzu zor iki isimdi. Ama herkes Kodak’ ı biliyordu. İşe nasıl başladığını anlattım. Şaşırdılar. Sonra diğerlerini anlattım. Agfa, Fuji, Orwo v.s Sonra da makineler. Ben anlatıyordum, onlar kollarını kavuşturmuş dinliyordu. Sonradan öğrendim ki, en iyisi ilkokul mezunu olan çocuklarmış bunlar. Doğru dürüst yazamıyorlar ve çabuk sıkılıyorlardı.
İkinci hafta bir şok yaşadım. Üç çocuk tahliye olup gitmiş, yerlerine beş çocuk daha gelmişti. Yeniden başa döndüm. Ama bu rutin hiç bozulmayacaktı. Bunu bir, iki hafta sonra anladım. Beş gidiyor, dört geliyor, altı gidiyor, dokuz geliyordu.
Sonuçta bu düzene (ya da ders ortamındaki düzensizliğe) uygun bir sistem geliştirmek fikri ortaya çıktı. Mümkün olduğu kadar çok görsel malzeme kullanmaya çalıştım. Ama bunlar da beni istediğim yere götürmüyordu. Mecburen bir süre teorik eğitimi sürdürdüm. Çünkü istenilen çalışmayı yapacak malzememiz yoktu. Çok sıkı bir kampanya ile fotoğraf makineleri ve ekipmanları toplamaya başladık. İstanbul’ da, o aralar kuruluş aşamasında olan Fotoğraf Vakfı’ ndan 12 tane fotoğraf makinesi geldi. Sonra peş peşe agrandisörler ve gerekli parçalar. Kullanılmayan tüm fotoğraf makinelerini toplamaya başladık.
Yeni düzenlemeye göre, sürekli değişen çocukları gözönünde bulundurarak ilk hafta fotoğraf makinesinin tanıtılması ve kullanımı, ikinci hafta kompozisyon (görüntü düzenleme ) bilgisi, üçüncü hafta orada çekilen filmlerin yıkanması ve son haftada da baskı çalışması yapılmasına karar verdik.
Bütün çocuklara fotoğraf makinesi temin etmek zor olduğu için bir süre daha teorik derslerle çalışmayı sürdürdük.
12-15 yaş grubundaki çocukların eğitime daha istekli ve daha açık olduklarını gözlemledik. 16-17 yaş grubundaki çocuklar ise daha asi davranışlar sergiliyorlardı. Bu biraz da üstünlüğü ele geçirmek ve baskın güç olduklarını ispatlama çabasından kaynaklanıyordu. Dikkatlerini fotoğrafik konulara yöneltmek için eğlenceli bir anlatım yöntemi uygulayıp, bir takım sorularla dikkatlerini çekmeye çalışıyordum. Örneğin, magazin fotoğrafçılığı hakkında konuşup, bir mankenin fotoğrafını çekmek isteyip istemediklerini soruyordum. “ Nasıl çekerdin, niye o açıyı kullanırdın? ” gibi bir takım sorular genel olarak ilgilerini çekiyordu. Yanımda götürdüğüm fotoğraflar hakkında konuşmalarını ve hatta bazen yazmalarını istiyordum. Aktif katılım sağlandığında dikkatleri fotoğraf konusuna çekmek daha kolay oluyordu.
Kimi zaman çocuklar “ Ben bu konuyla ilgilenmiyorum ama sen benimle ilgilen” der gibi argo konuşarak dikkat çekmeye çalışıyorlardı. Dikkati çekmek, konuyu dağıtmak ve kendi istediklerini yaptırmak için uğraşmalarına rağmen, en hırçın öğrenci bile bir süre sonra, anlatılan şeylerin en azından “yeni” ve “ilginç” olduğunu düşünüyordu. Bu sıkıcı konuyu ilginç hale getirmek için kimi zaman fotoğraf fıkraları uydurup onların dikkatlerini çekmeye çalışıyordum.
Fotoğraf makineleri ve uzun süren bir bağış kampanyasının ardından temin edilen filmlerle birlikte çocuklar daha istekli oldular. Makinelere pil ve film taktıktan sonra dağıtımını yaptık ve ilk çekim konuları biz olduk. Sonra objektifi birbirlerine yönelttiler. Özellikle istediğimiz şey, yalnızca yaşam alanlarını görüntülemeleriydi. Birbirlerini çekmek istediklerinde ise yüzlerini saklamaları gerektiğini söyledik. Fotoğrafta yüzü görünen bir arkadaşları olursa onu yalnızca anı fotoğrafı olarak basacaktık. Diğer fotoğrafların ise sergiye girme şansları vardı. Çünkü bu çalışmanın sonucunda bir sergi açmayı düşünüyorduk.
Filmlerin siyah-beyaz olması biraz canlarını sıktı. Ama sonuçta “ fotoğraf, fotoğraftır ” diyerek üstelemediler. Makinelerin dağıtımından bir saat sonra çocuklardan biri gelip “ Ben bitirdim ” dedi. Hatta iki çocuk, birbirlerini çektiklerini ve çok eğlendiklerini söyledi. Biri beyaz çarşafa sarınıp kefen giymiş gibi yere uzanarak poz vermişti. Bir diğeri yapmış olduğu resimlerin fotoğrafını çekerken bir başkası, arkadaşından kolundaki dövme ve yaraların fotoğrafını çekmesini istiyordu.
Çocuklarla dostluk kurma aşamasında yaptığımız çalışmalardan biri de, onlarla spor yapmaktı. Tutukevi’ nde kullanılmadığı için köşeye atılıp kalan bir pinpon masası vardı. İki raket ve birkaç top alıp, işler hale getirdim. İlk yaptığım maçlarda hepsine yenildim. Hatta en kötü oynayana bile. Yenilmek, hiç bu kadar zevkli olmamıştı. Sonraki aşamalarda voleybol maçları da yapmaya başladım. Orada da yenilmek için zayıf takımlara katılıyor ve yenilmeye özen gösteriyordum. Yine de tüm maçlar kıyasıya geçiyordu.
Filmlerin yıkanma aşamasında,tüm çocuklara yetecek kadar karanlık oda malzememiz olmadığını üzülerek farkettik. Her çocuk için bir spiral ve her iki spiral için de bir yıkama tankı gerekiyordu. Temin edebilir miyiz diye çok uğraşmama rağmen olmayınca filmlerin büyük bir kısmını ben dışarıda yıkadım. Elmadağ’daki çalışmamızda ise her koğuştan bir ya da iki çocuk filmlerini kendileri yıkadılar.
Nihayet baskı aşamasına gelindiğinde, çocuklara ilk yaptırdığım şey fotogram gibi film kullanılmayan özel bir baskı tekniği oldu. Ellerine geçen herşeyi fotoğraf kartının üzerine yerleştirerek izlerini elde etmeyi denediler. Tesbih, çakmak, sigara, el ve hatta abartarak yüzlerini kendilerine malzeme yaptılar. Sonuçlar ve çalışma oldukça keyifliydi. Kırmızı ışığın altında çalışmak onları mutlu ediyordu. Her aşamada çalışmaya katılmak isteyen çocuklar vardı. Sonuçlar ortaya çıkınca daha da artan bir istekle sarılıyorlardı yaptıkları işe. Çünkü işin sıkıcı yanı sona ermiş, uygulama aşamasına gelmiştik.
Normal baskıya geçildiğinde ise, ben onlardan daha çok heyecanlıydım. Çok güzel fotoğraflar çıkmıştı ortaya. Oluşturmayı düşündüğümüz fotoğraf sergisi için gereken baskıları kendilerinin yapmasını istiyordum. Ama bağış olarak gelen kartlar bayat çıkınca tüm hayallerim suya düştü. Çıkan sonuçlar hep çamur gibiydi. Ve bu karttan kaynaklanıyordu. Siyahı ve beyazı görme şansımız olmadı. Ama geliştiricide ortaya görüntü eşliğinde birbirleriyle yarışa girmeleri, en güzel fotoğrafın kimin olduğu konusunda hararetle tartışmaları görülmeye değerdi. Yapacak bir şey yoktu. Bu fotoğrafları sergide kullanma şansımız olmadığından her fotoğrafı sahibine verdik.
Yaz sezonu gelip de çalışmayı bitirmemiz gerektiğinde bile bir türlü vazgeçmedik bu işten.sık sık gidip geldik. Ve şimdi, bu fotoğrafları sergiye hazırlıyor ve bu senenin programını yapmaya çalışıyoruz.
Tabii ki çocuklar değişti.. Eskiler gitti ve yerlerine yenileri geldi. Çocuk Tutukevi’nin tamamen boşalmasını beklemek bizim için bir ütopya belki. Ve belki sorunu dışarda, bu çocuklar içeri girmeden çözmemiz gerektiğini biliyoruz. Yapacağımız çalışmada artık hangi zorluklarla karşılacağımız, bunları nasıl aşacağımızı daha iyi biliyoruz. Bir de, insanlar daha duyarlı ve daha yardımsever olsalar.. Bu çalışma medyada yankı bulmayacak belki. Yardımseverleri reklam da etmeyeceğiz.. Ama çocuklar için bir film, çocuklar için bir yıkama tankı, bir küvet, bir paket fotoğraf kağıdı ve banyolarını alsalar..
Şu çocukları toplum olarak bir kenara itmekten vazgeçsek.. Onlara, yanlarında olmasına alışık olmadıkları anneleri, babaları, abileri, ablaları, amcaları, dayıları, halaları, yengeleri gibi sahip çıksak..
Ey insanlar.. Birbirimizi bir sevebilsek..
Cengiz Oğuz Gümrükçü
Ankara, Aralık 2001
AFSAD (Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği) 2001 Mart ayından bu yana Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı ve Adalet Bakanlığı ile ortak bir çalışmaya girerek Elmadağ Çocuk Tutukevi'nde bir pilot çalışma başlattı.
Burada bulunan çocuklarla bir fotoğraf çalışması yapmaya başladık. Dersleri ben veriyorum. Uzun bir sürecin ardından çocuklarla iletişim kurmayı başardık. Geride bıraktığımız yaklaşık dokuz aylık süreçte otuzun üzerinde çocukla teorik çalışma yaptık. Bunların yirmisinden fazlası tahliye oldu. Çalışmayı teorik aşamadan kurtarıp pratik çalışmayı da başardık. 2002 yılında bir de fotoğraf sergisi açmayı planlıyoruz. Ancak, yeni dönemde kullanabileceğimiz film, kart ve geliştirme banyoları ihtiyacımızı bir türlü gideremedik. Kullanmadığınız kompakt makineleri, elinizde duran fotoğraf malzemelerini (flaş, filitre, film, banyo, kart, tripod, tank, spiral vs.) bana, vakfa ya da Afsad’a ulaştırırsanız, çalışmamıza destek vermiş olursunuz.
Hepsinden daha önemlisi ve acil olanı ise yeni başlayan eğitim döneminde yine bu çocukların ihtiyacı olan defter, kalem, silgi, mektup kağıdı ve ajanda gibi kırtasiye malzemelerini de temin etmeye çalışıyoruz. Bu çocukların okuyabileceği türden öykü ve romanlarınızı vererek bu çocukları yeniden topluma kazandırmak için büyük bir adım atmış olursunuz. Daha dostça yarınlar için çekmece, dolap ve kütüphanelerinizi lütfen karıştırın.
Elmadağ’daki çocuklar adına sevgi ve dostlukla
Cengiz Gümrükcü